-Mehmet Ali Cintosun
Görkemli yapısı ve içinde sakladığı gizemli tarihiyle Unesco Dünya Mirası listesinde yer alan Afrodisias, bilime ışık tutmaya devam ediyor. Antik Kentte araştırma yapan doktora adayı Duru Yağmur Başaran, “Childhood in the Past” dergisinde yayımladığı çalışmada, 900 yıllık çocuk iskeletinde nadir görülen bir hastalığın tespit edildiğini ortaya koydu. Tetrapylon Mezarlığı’nda 1985 yılında ortaya çıkarılan ve 10.-12. yüzyıla tarihlenen “Mezar 73A” da bulunan iskelet, iki çocuk kalıntısından biri. İskelet 73A, çene kemiği, kürek kemiği ve sol kol kemiklerinde olağandışı kalınlaşma ve şişme gibi deformasyonlar sergiliyor. Özellikle sol önkol kemiği (ulna), normal boyutunun neredeyse iki katına ulaşmış durumda.
Başaran’ın analizleri, çocuğun yaklaşık 3 yaşında olduğunu gösteriyor. Ancak dişlere dayalı yaş tahmini (2,5-3,5 yıl) ile uzun kemiklere dayalı tahmin (1,5-2 yıl) arasında uyuşmazlık bulunuyor. Bu farklılık, hastalığın kemik gelişimini etkilemiş olabileceği ve yetersiz beslenme gibi çevresel faktörlerin rol oynadığı ihtimalini düşündürüyor.
Deformasyonların nedenini belirlemek için hemolitik anemiler, iskorbüt, raşitizm, tüberküloz, çocuk istismarı ve İKH gibi çeşitli hastalıklar karşılaştırıldı. Çocuğun kemiklerinde gözlenen asimetrik periosteal yeni kemik oluşumu, en çok İKH ile uyumluydu. Genellikle erken bebeklikte ortaya çıkan bu nadir hastalık, kemikleri örten zarın (periost) iltihaplanmasıyla karakterize oluyor ve çene, önkol, kaval kemiği, köprücük kemiği, kürek kemiği ile kaburgalarda kalınlaşmaya yol açıyor. Hastalık, çoğunlukla 3 yaş civarında kendiliğinden gerilese de nadiren tekrarlayabiliyor. Afrodisiaslı çocuğun iskeletinde, ölümünden kısa süre önce iyileşme belirtileri gözlendi.
Başaran, çocuğun ölüm nedeninin net olmadığını belirtiyor: “İskelet kalıntılarında ölüm nedeni genellikle belirlenemiyor. Çocuk, İKH’den, hastalığın komplikasyonlarından ya da tamamen başka bir nedenden hayatını kaybetmiş olabilir.”
Bu vaka, Orta Bizans döneminde çocuk sağlığına dair önemli bilgiler sunuyor. Aynı zamanda, arkeolojide nadir görülen İKH vakalarına eklenerek, hastalığın tarihsel bağlamda daha iyi anlaşılmasına katkı sağlıyor. Başaran’a göre, bu çalışma, İKH’nin arkeolojik kayıtlarda daha güvenilir şekilde tanınması için yeni yöntemlerin geliştirilmesine de yardımcı olacak.