TEKE ŞENLİĞİ
Türü/ Edebiyat-Roman
Yazar/ Marıo Vargas LLOSA
Yayınevi/ Can yayınları
Çevirmen/ Peral BAYAZ
Emekli öğretmen bir abimin tavsiyesi üzerine okuduğum bu roman, kurgusu, anlatımı, diktatörlerin, yönetimlerinden beslenen bürokrat, akraba ve siyasetçilerin yol arkadaşlığı, bir ülkenin kaynaklarının diktatör, ailesi ve yandaşları tarafından nasıl yağmalandığını, kurdukları çıkar düzenlerini korumak için yurtseverlik ve din müessesesi/kiliseyle yaptıkları çıkar birliktelikleriyle maskeleme çalışmalarını, sahip oldukları güç ile halkı nasıl aldattıklarını, muhaliflerini nasıl susturduklarını, anlatması bakımından bir hayli önemli..
Kitapta anlatılan ülke, Dominik Cumhuriyeti.
Bu Cumhuriyeti yöneten Rafael Trujillo ailesi
Soğuk Savaş dönemi siyasetinde anti komünist blokta yer almanın avantajlarını kullanarak yer yer Amerika Birleşik Devletlerinden aldığı destekle uluslararası denge siyasetinden istifade etmeyi, Küba kozunu ABD'ye karşı kullanarak sürdürdüğü ilişkileri, iktidarının ilk zamanlarında yaptığı gelişmeleri, kalkınmayı kullanarak devam ettirdiğini, ülkede kurulan otoriter tek adam düzeninin zaman zaman kendi yoldaşlarının bağlılıklarını sınadığını, ibret alınacak bir düzenin acımasızlığının yanı sıra nasıl bir ahlaki yozlaşma yaşandığını ve yaşanabileceğini anlatan bir roman.
Yol arkadaşlarının ailelerinin haremi ismetine; kadınlarına, gencecik kızların etinden istifade etmeye tevessül edecek bir ahlaksızlığın hikayesini, bir babanın “Teke, Velinimet, Ekselans” olarak kabul ettiği kişi ile bozulan ilişkisi üzerine Teke'nin gözünde kaybettiği itibarı tekrar elde etmek için yetmiş yaşında olmasına rağmen on dört yaşında olan kızını efendisine sunacak düzeyde paçozlaşma, yozlaşma ve ahlaksız bir tahakküm anlayışının çirkefliğine de tanık oluyoruz.
Aynı zamanda bu diktatörün bir suikastle ölümünden sonra yönetime gelen ve vakti zamanında kendisine başkanlık görevi verdiği kişinin yönetime gelmesiyle var olan ve bir zamanlar bir parçası, hizmetkarı olduğu düzeni değiştirmek, kendi düzenini kurmak için iç ve dış dinamikleri nasıl kullandığını ve bir ülkeyi yavaş yavaş dönüştürdüğüne de tanık oluyoruz.
Eser, diktatörlükleri eleştirmesi sebebiyle edebiyat dünyasında önemli bir yeri hak ediyor.
Netice olarak 2010 yılında Nobel Edebiyat Ödülü alarak bunu hak ettiğini kabul etmek gerekir..
Batı karşıtı bazı mahfiller bu ödüller konusunda bazı itirazlar yapıyorlar, diğer uluslar ve uluslararası hukuk, evrensel değerlere yaklaşımlarında gösterdiklerini ileri sürdükleri ikiyüzlülükten yakınlarsa da bu, kitabın edebiyat açısından değerini düşürmez kanaatindeyim.
Romanın kahramanlarından Urina, babası Agustin Cabral'ın “Teke, Ekselans, Velinimet” olarak itaat ettiği diktatörden korumak istediği öz kızıdır.
Evet, Agustin Cabral, Urina Cabral'ın babasıdır, Agustin eşini ve kızını bu kişiden korumak ister.
Zira Teke, ahlaki zafiyeti olan bir kişidir ve Urina bu kişinin Dışişleri Bakanının bakan evde yokken eve girdiğini ve orada kaldığına şahit olmuş ve Teke Urina'yı da ilk kez o zaman görmüştür.
Daha sonra Agustin Cabral bilmediği bir sebeple gözden düşmüş ve Teke’nin nezdinde tekrar itibarını kazanmak istemektedir.
Yalnızlaştığı için bunaldığı ve tekrar itibar elde etmek istediği bir süreçte Urina'yı Teke'ye kendi elleriyle sunması kendisine teklif edildiğinde mahçup ve utanç içinde buna razı olmuş, kızını bu diktatöre barışma diyeti olarak göndermiştir.
Ve Urina, yaşatıldıkları üzerine ülkesini okuma sebebiyle terk ederek ABD'ye gitmiş, orada yeni bir hayat kurmuş, hiç evlenmemiş, yıllar sonra iktidar değişince hasta babasıyla yüzleşmek için ülkesine dönmüştür.
Şimdi Kitaptan bir bölüm aktarayım
“‘Nasıl olabilir baba? Froilan Arala gibi kültürlü, iyi yetişmiş, zeki birisi böyle bir şeyi nasıl kabul eder? Ne yapıyordu bu adam bu insanlara? Ne veriyordu size, Don Froilan'ı, Chirinos'u, Manuel Alfanso'yu, seni, bütün sağ kollarını, sol kollarını kirli birer kuklaya çevirmek için?’
Anlamıyordun Urina. Döneme ait birçok şeyi zamanla anladın; bazı şeyler başlangıçta çok karmaşık geliyordu ama okuya okuya, dinleye dinleye, kıyaslamalar yaparak, kafa yorarak anladın ki propaganda dişlileri arasında ezilerek, bilgi yokluğunda zorla kafalarına sokulan öğretilerle aptallaştırılmış, yalnızlığa mahkum edilmiş, korku ve kölelikle özgür iradesi yok edilmiş milyonlarca insan, Trojillo'yu tanrılaştırmıştı. Ondan korkmakla kalmıyorlardı, seviyorlardı onu; tıpkı dayak ve cezaların onların iyiliği için olduğuna inandırılan çocukların otoriter ebeveynlerini sevdikleri gibi. Hiçbir zaman anlayamadığın, iyi eğitim görmüş Dominiklilerin, birçoğu ABD'nin ya da Avrupa'nın en iyi üniversitelerini bitirmiş, deneyimli, çok okuyan, düşünen, saçmalığın ne demek olduğunu bilmeleri gereken, avukat, doktor, mühendis olan ülke büyüklerinin nasıl olup da o gece Barahona'da olduğu gibi (en azından bir kez hepsinin başına gelmişti benzer bir olay) böylesine korkunç gerçekleri kabul ettikleriydi.
‘Konuşamaman ne kötü,’ diye yineliyor Urina, bir kez daha şimdiki zamana dönerek. ‘Birlikte anlamaya çalışırdık. Ne yaptı da Don Froilan'ı kendine bu denli bağladı? O da senin gibi sonuna dek sadakatini korudu. Karısını düzmekle övünen bu adamın elini yalamayı sürdürdü. Trujillo sırf karısını becermek için adamı dışişleri bakanı yapıp bütün Güney Amerika'yı dolaştırdı;Buenos Aires'ten Caracas'a, Carasas'tan Rio ya da Brasilia'ya, oradan Montevideo'ya, Montevideo'dan yeniden Caracas'a..”
Bu, uzun zamandır Urania'nın peşini bırakmayan, ona hem gülünç gelen hem de utanç duyduğu bir görüntü…” shf.80-81
***Okundu