YANSILAR

Ali İhsan Dilmen

Yazar. :Cengiz Dağcı
Yayınevi :Ötüken
Alanı. :Edebiyat/Roman

Cengiz Dağcı'nın yazdıkları, tamamen yaşadıkları ve gözlemleri üzerine kaleme alınmış ve sadece hayatın içinde yaşadıklarından ibaret değildir.
O, hayatın içinde gördükleri, gözlemlediklerini, acısını ve bağlılıklarını oldukça duygusal ve derinlikli olarak ifade etmeye, okurunu olayların içine çekmeyi, adeta okur olmanın ötesinde bir duygusal anafora dahil etmeyi başarabilmiş bir yazar.
Bu başarı, anlatımda gösterdiği sadelik ve anlatıların hepimizin çoğunun hayatıyla benzerlik içeren anıların hatırlanmasını sağladığı içindir.
Yazar, Sovyet Rusya'da toplumunun uğradığı zulümleri, kötülükleri, kötülüklerin sıradanlaşması ve örgütlü bir şekilde yapılmasına rağmen yaşanan hüzün ikliminin neden olduğu kötülükleri, öfke kışkırtması yapmayacak düzeyde sükunet içinde davranması için okura, okurun duygularına saygı göstermeye çalışmaktadır.
Yansılar, yazarın günlüğü olarak değerlendirilmelidir.
Ancak yazar, Yansılar'da okuruna bir günlükten daha fazlasını veriyor, olayları dışarıdan bakarken yaşananları hayatının akışı içinde makul bir yere yerleştirmek, başka yaşanmışlıklarla kıyas yapma imkanını sunuyor ve bu zenginliğin farkına varmamızı da sağlıyor.
Zaman zaman yazdığı romanlara göndermede bulunması, kitaplarından bahsetmesi, yazdıklarıyla bütünleşik bir hayata sahip olduğunu gösteriyor.
O, ülkesini seven, onun hasretiyle kavrulan bir kalbe sahip, bunu çevresine sade ve naturel bir hal ve üslup ile aktaran, torunlarıyla güzel ve hatta bunun ötesinde örnek alınabilecek ilişki kurmayı başarmış, eşi Regina ile eş olmanın ötesinde de hayata bakış itibariyle de entelektüel bir biçimde yürütebilmiştir.
Dağcı'da derin bir Türkiye sevgisi vardır ve bunu “Türk çiçeği” diye bildiği çiçekle kurduğu ilişkiden anlayabiliyoruz.
Onun için Türkiye çok kıymetli, Türk okuru çok değerli, bunun için romanlarına bu yolu açan Varlık Dergisi ve Yaşar Nabi'ye gösterdiği ihtiram ve değer çok yüksektir.
Yansılar, yazarın çocukluk yıllarını geçirdiği ve aşkla bağlı olduğunu gördüğümüz kasabası Gurzuf ve köyü Kızıltaş'ın hasretinin yazıya dökülmüş halidir..
Dağcı'nın dünyasında aidiyet duygusu çok kuvvetlidir, ama bu duygu, hiçbir zaman fanatizme, hastalıklı bir zemine oturmaz.
O, kendisi için kıymetli, değerli ve vazgeçilmez hak olarak gördüğü davranış biçim ve hakları içinde barındıran aidiyet setinin diğerleri içinde vazgeçilmez olduğu gerçeğinin farkındadır..
Yansılar'ın sonuna ilave edilen, “Yurdunu Kaybeden Bir Adamın Zamansız Çilesi” adlı hikayesinde, yurtlarından alınıp tren vagonlarıyla aç, susuz ve insanlık dışı bir uygulamayla sürgünyerine götürülen insanlarının hem yolculuk hem yolculuk sonrası götürüldükleri Sürgünyeri’ni imar etmelerine rağmen yurt hasretlerini bahçesinde bulunan akasya ağacı altında çocuklara masal gibi anlatışınsa tanık oluyoruz.
O, yaşadığı yerin kurbağa sesine, köpek ulumalarına, hani denir ya ‘taşına, toprağına, havasına, suyuna’ diye, hasreti tam olarak bu şekildedir.
Dağcı, tam olarak her insan için meşruiyet sağlayan bir kıvamda aidiyet duygusunun sahibidir.
Şimdi kitaptan bir bölümü size aktarayım.
“O günden sonra her gün zemin yerine gittim. Denizimin kıyısına oturup kendi elimle kurduğum Ayı Dağı’ma, Adalarıma baktım, çocuksu mutlu günler yaşadım. Ama uzun sürmedi bu. Günün birinde gökyüzü bulutlandı, sağanak yağmur yağdı. Sonra kar yağdı. Korkunç kasırga allak bullak etti denizimi; Adalarımı, Ayı Dağı'mı; ormanlarımı sildi süpürdü. Üzüldüm. Ama ağlamadım, yanmadım. Kumlar üstüne kurulmuştu kıyılarım; rüzgara ve kasırgaya karşı koyamayacaklarını biliyordum. Yıllar geçti. Baharları yeni baharlar, yazlar takip etti. Yabani otlarla örttü zaman, taş ve kum öbeklerini, tahta yığınlarını. Ama hafızamdan silinmediler hiç. Yazgım beni kıyılarımdan uzaklara, insanları benim dilimden konuşmayan yerlere götürdü. Çocuksu özlemler, çocuksu umutlar yavaş yavaş terk ettiler beni. Ama Gurzuf ve Kızıltaş kıyıları capcanlı kaldılar hafızamda. Uzak yurtların bana yabancı insanları arasında bugüne dek yaşayabildiysem, yüreğim içinde taşıdığım Gurzuf ve Kızıltal'la yaşayabildim. Yaşım ilerledikçe de kimliğimi korumak, kimliğimi unutmamak zorunluğundan gelen akıldışı bir güçle bağlı kaldım kumlara dayalı kıyılarıma. Ama zaman geçiyor. Er veya geç ayrılacağım kıyılarımdan. Nereye? Bu satırları yazarken arada soğuk ve ışıksız gökyüzünde dolaşan kara bulutlara bakıyorum penceremden. Tıpkı Ayı Dağı'mı ve Adalarımı silip süpürdükleri gibi, beni de kıyılarımdan koparıp belirsiz ve geri dönülmez bir yerlere götürecekler rüzgarlı bulutlar. Hayatımda olduğu gibi, ölümümde de kimsesiz göçüp gideceğim bu dünyadan. Ama yalnızlık hissetmeyeceğim. Hayata gözlerimi yumunca tüm özlem ve umutlarım sönecek; ve yalnızlığım yitirecek anlamını. Ölen insanlar arasında, ölmeden önce, bedenlerini öğretim örgütlerine, Tıp Enstitülerine adayan kimseler varmış;ben hiçbir kimseye bırakmayacağım bedenimi. Bırakmama gerek yok. Bırakırsam bile faydasız. Bilginler kafamın içine açıp baktıklarında kafamın içinde, yüreğimin içinde, böbrek, ciğer ve dalağımın içinde bu sayfalarda yazdıklarımdan başka hiçbir şey bulamayacaklar…”shf.132-133

*Evet, Cengiz Dağcı Ömrünün son evresini geçirdiği İngiltere'de 22 Aralık 2011 yılında öldüğünde eserlerini Türkçe yazan ve yüreği yurt sevgisiyle kavrulan Cengiz Dağcı'nın naaşını o tarihte Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanı olan sayın Ahmet Davutoğlu'nun gayret ve çabalarıyla yurdu Kırım'a gömülmesi sağlamıştır.
***Okundu

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.