Dr. Evren Gökçe

Dr. Evren Gökçe

1876 Tarihinde Yaşanan Ekonomik Kriz Nedeniyle İmparatorluk Neredeyse Çökme Noktasına Gelmişti

Değerli Havadis Gazetesi okurları;
Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Son günlerde dolardaki ani yükselme ve düşüşlerle birlikte, gıda maddeleri ve diğer
ürünlerdeki fiyat yüksekliği nedeniyle ülke gündemi bir daha ekonomiye kilitlenmiş durumda.
Daha önce gazetemizde Türkiye’de ekonomik bunalımların tarihi hakkında bir yazı kaleme almış ve bu yazıda kısaca 1876 tarihindeki büyük krizden bahsetmiştim. Bu yazımda ise söz
konusu krizin detaylarından bahsedeceğim.

1876 tarihinde patlak veren söz konusu krizin Osmanlı tarihinde önemli bir yeri
bulunmaktaydı. Nitekim krizle birlikte başlayan olaylar imparatorluğu çökme noktasına kadar getirmişti. Zira Osmanlı’da bulunan büyük miktardaki alacaklarını tahsil edemeyen Avrupa
kamuoyu aleyhimize dönmüş, Ruslar bundan istifade ederek savaş ilan etmiş, Sultan Abdülaziz tahttan indirilmiş, Rus orduları Yeşilköy’e kadar gelmişti.

Daha sonra imzalanan Ayastefanos anlaşması ile Balkanlardaki topraklarımızın önemli bir kısmını kaybetmiştik. Esasında her şey Tanzimat dönemi ile başlamıştı. 1856 tarihinde Fransa ve İngiltere ile birlikte girilen Kırım savaşından sonra ilk dış borç alınmış, daha sonra borç alma bir alışkanlık haline gelmişti. Ancak bu tarihlerde alınan borçlar ülke alt yapısı ve diğer eksiklerin giderilmesi için kullanılamamış, üstelik gün geçtikçe alınan yeni borçlarla yük daha da ağırlaşmıştı.


Sultan Abdülmecid’in genç yaşta vefatından sonra tahta geçen Sultan Abdülaziz döneminde aynı alışkanlık devam etmişti. Alınan borçların önemli bir kısmı saray ve kaşır yapımına harcanmıştı. Bu arada birçok Avrupalı sermayedar karlı olduğu için Osmanlı
borsasına yatırım yaparak hisse satın almıştı. Devlet ise aldığı borçların faizlerini bile ödemekte zorlanıyordu. Hazine gelirleri yetersiz kalıyordu.


Durum bir süre daha böyle devam etmekle birlikte 1876 tarihine geldiğinde
sadrazamlık makamına getirilen Mahmud Nedim Paşa padişaha bir teklifte bulundu. Osmanlı tarihinde icraatlarıyla eleştirilen, hatta Rus etkisinde kaldığı için Nedimof olarak bilinen Mahmud Nedim Paşa, bir iddiaya göre Rus sefiri İgnatief’ten aldığı direktifle moratoryum ilan etme önerisini Sultan Abdülaziz’e sundu. Bu öneri ayrıca aralarında Midhad Paşa ve Cevdet Paşa’nın da bulunduğu bir kurulda tartışıldı. Cevdet Paşa ve diğer kaynakların iddiasına göre bu karardan önce Midhad Paşa ve bazı devlet ricali borsadaki hisseleri üzerinde bazı işlemler yaparak alınacak karardan kar etmeyi başarmışlardı. Yani bir nevi herşeyden
haberdarlardı. Ancak olan devlete ve halka olacaktı.

Netice itibarıyla Mahmud Nedim Paşa’nın planı kabul edilerek 1876 tarihinde devlet
tarafından moratoryum ilan edildi. Yan Avrupalı alacaklılara yapılacak ödemeleri bir süreliğine kısıtlanacaktı. Aslında bu karar zorunlu sayılabilirdi. Zira devlet hazinesi bu ödemeyi yapacak kaynağa sahip değildi. Aslında ülkeye yaşanan bir kuraklık ve kıtlık nedeniyle iyi rekolte elde edilememiş, halktan yeterli vergi toplanamamıştı. Ayrıca dünyanın
diğer ülkeleri arasında da benzer sorunlar yaşanıyordu. Bazı devletler arasında moratoryum ilan edenler bulunmaktaydı. Yani bir nevi domino etkisi söz konusuydu.


Bu karar sonrasında Osmanlı piyasalarında hisse sahibi olan Avrupalı sermayedarlar ayağa kalktılar. Kırım Savaşı ile hakkımızda oluşmuş iyimser ve dostane hava yerini düşmanlığa bıraktı. Rusya ise İgnatief vesilesiyle bu havayı beklemekteydi. Fırsattan istifade ile kısa süre sonra savaş ilan edecekti. Bu ortamda statejik desteklerine ihtiyaç duyulan İngiltere, Fransa ve diğer Avrupa devletleri Rusya’nın aynı zamanda kendi çıkarlarına da karşı olan girişimlerine sessiz kaldılar. Mahmud Nedim Paşa ise baş sorumlu sıfatıyla bir gün Bab-ı Ali, yani sadrazamlıktan ayakkabılarını bile giyemeden kaçmak zorunda kalacaktı.
Bu karardan sonra iç siyasette ise kaos bütün ağırlığı ile devam etti.

Hüseyin Avni Paşa ve Midhad Paşa’nın liderliğini yaptığı bir ekip, aralarında Şıpka kahramanı Süleyman Paşa gibi bazı askerlerin desteği ile Sultan Abdülaziz’i tahttan indirdiler. Bazı tarihçiler darbeden Avrupa’nın haberdar olduğunu söylemektedir. Yani bir nevi moratoryumun faturası padişaha kesilmiştir. Sultan Abdülaziz ise darbeden kısa bir süre sonra şüpheli bir biçimde
hayata veda edecekti. Yerine getirilen Sultan V. Murad ise ruhen çok kötü durumdaydı. Bir süre sonra tahtta kalamayacağı anlaşıldı ve yerine o zamana kadar kamuoyunca fazla
tanınmayan veliahd Hamid Efendi getirildi.


Bu esnada Avrupa devletlerinin desteğini almak için son bir hamle daha gerekiyordu. Rusya’nın istekleri nedeniyle toplanan Tersane Konferansı esnasında meşrutiyet ilan edildi. Ancak İngiltere, Fransa ve diğer devletler bu gelişmeyi kayıtsızlıkla karşıladılar. Bu aynı zamanda artık savaşın kaçınılmaz olduğu anlamına geliyordu.
Rusların savaş ilanından sonra hızlıca Balkanlar ve Doğu Anadolu’dan Osmanlı
sınırlarına girmeleriyle tarihimizde 93 harbi olarak bilinen savaş başladı. Osmanlı ordusu ne kadar eğitimli ve donanımlı olursa olsun, sayısal olarak çok kalabalık olan Rus ordusunun karşısında her iki cephede yenilgiden kurtulamadı. Bu duruma rağmen Gazi Osman Paşa
Plevne’de destansı bir mücadele sergiledi. Ancak asker kaybı açısından bir sıkıntı yaşamayan Rus ordusunun kuşatmasını yaramadı. Bu arada Müşir Mehmet Ali Paşa kaynakların belirttiğine göre sırf şahsi kıskançlığından dolayı Gazi Osman Paşa’ya yardıma gelmemişti ki, bu hareketi savaşın gidişatını değiştirmişti.

Plevne’den sonra Osmanlı asırlardır bulunduğu Balkanlarda büyük topraklar kaybetti. Bu Osmanlı tarihinde görülmemiş bir durumdu. Yüzbinlerce Müslüman-Türk kitleler halinde
İstanbul’a aktı. Perişan bir durumda camilerde, hanlarda, medreselerde ikamet etmeye başladılar. Bu arada Rus ordusu Yeşilköye kadar gelmişti.


Meşrutiyetin ilanından sonra toplanan ilk mecliste ise durum son derece gergindi. Bazı milletvekilleri yenilgiden padişahı sorumlu tutuyorlardı. Halbuki Sultan Abdülhamid’in bu konuda kesinlikle bir suçu olmadığı gibi savaşa karşı çıkmıştı. Günümüzde Sultan Abdülhamid en çok toprak kaybeden padişahlardan biri olarak itham edilir. Ancak bu itham haksızdır. Çünkü bu yıllarda tam olarak iktidarını tesis edememişti.

Yani bireysel çabalarıyla bir şey yapamazdı. Toprak kaybedilmesinin baş sorumlusu, ani bir moratoryum ilanıyla büyük olumsuzlukların yaşanmasına sebep olan Mahmud Nedim Paşa ile ısrarla harp isteyen Midhad Paşa idi. Hatta Mahmud Nedim Paşa, tarihte Abbasi devletinin çöküşüne neden olan vezir İbn-i Alkame ile karşılaştırılmaktadır.


Sultan Abdülhamid her ne kadar savaşı önleyememişse de yaşanan gelişmeler
nedeniyle artık sabrı taşmıştı. Kendisine mecliste yüksek sesle suçlamalar yapan mebus Ahmed Efendi’ye sert bir cevap verdikten sonra “Artık büyükbabamın yolundan gitmekten başka yapabileceğim bir şey yok” diyerek Sultan II. Mahmud’un izlediği otoriter ve reformist politikayı takip edeceğini belirtiyordu.


Ayastefanos anlaşmasında Rusya’nın çok kazançlı olduğunu gören Avrupa devletleri
Berlin Anlaşması ile kendi çıkarlarını dikta ettiler. Sultan Abdülhamid ise meclisi kapatarak meşrutiyet yönetimini bir süre tatil edilmesine karar verdi. Fakat asıl büyük mesele henüz çözümlenmemişti. Nitekim harp sonlanmaz hemen borçlar meselesine geri dönüldü. Sultan,
öngörüsü ve üstün devlet adamlığını ortaya koyarak 1881 tarihinde Muharrem kararnâmesini çıkardı. Böylece Osmanlı borçlarının bir kısmı silindi. Geri kalan kısmı ise taksitlere bağlandı.
Bunların tahsil edilmesi için tuz, tütün vb. vergileri toplamak üzere Düyun-ı Umumiye yani Genel Borçlar İdaresi kuruldu.


Bazı araştırmacıların belirttiği üzere bu mali bir işgal anlamına geliyordu. Ancak, yine bazı araştırmacılara göre Düyun-ı Umumiye’nin varlığı en başta dış müdahaleleri önledi, ülkeye mali bir disiplin kazandırdı ve hiç değilse ekonomik durumu sabit bir hale getirdi.
Meşrutiyet’in askıya alınması ve borçların düzene bağlanıp yeniden yapılandırılmasıyla birlikte ülkede 33 yıllık Sultan Abdülhamid dönemi başladı. Bu dönemde yaşanan zorluklara rağmen ekonomik ve sosyal açıdan bir sükunet hakim olmuştu. 1908 tarihine gelindiğinde ise Osmanlı borçları nerede ise bitmek üzere olup 11 milyon altına kadar
inmişti. Padişahın amacı bu borçların bitmesinden sonra kapitülasyonları kaldırmaktı.

Ancak 1908 tarihinde yaşanan olaylar neticesinde önce meşrutiyet rejimi yeniden yürürlüğe kondu, daha sonra padişah tahttan indirildi. Birkaç yıl sonra ise Türk tarihinin en büyük felaketlerinden birisi olan Balkan yenilgisi yaşandı ve neredeyse bütün Balkanlar elimizden çıktı. Edirne, Tekirdağ, Kırklareli gibi yerleri ise zorlukla savunabildik. Ancak dünya siyaseti hareketliydi.

Daha Balkan faciasının yaraları sarılmadan I.Dünya Savaşı patlak verdi. Osmanlı bu savaşta ister istemez yer almak zorundaydı. Yani birçok araştırmacıya göre tarafsız kalmak gibi bir lüksümüz yoktu. Bu nedenle İttihat ve Terakki yönetimi Almanya ile ittifak yaptı. Savaş masrafları için borçlar alındı. Böylece 11 milyona inmiş olan Osmanlı borçları yeniden yükselecek ve Lozan anlaşmasında masadaki konulardan birisi olacaktı.


Netice itibarıyla, 1876 tarihinde Mahmud Nedim Paşa’nın ilan ettiği moratoryum çok pahalıya mal olmuş, büyük bir savaşın çıkmasına sebebiyet vererek geniş toprak kayıplarla neticelenmişti. Adeta birbirini takip eden zincirleme sorunların başlangıcına sebebiyet vermişti. Yalnızca Sultan Abdülhamid kemer sıkma politikası ve otoriter yönetimi ile neredeyse çökme noktasına gelen devleti 33 yıl ayakta tutabilmiş, ancak 1908 tarihinde bütün
borçları ödeyemeden tahtından indirilmişti. Kısa bir süre sonra ise imparatorluk tarih sahnesinden silinecekti.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.