Ali İhsan Dilmen

Ali İhsan Dilmen

KÜÇÜK AĞA

KÜÇÜK AĞA

Yazar : Tarık BUĞRA
Yayınevi: İletişim
Alanı : Edebiyat/Tarihi Roman

Cihan Harbi sonrası ülkemizin yaşadığı yol ayrımını anlatan bu roman alanında çok büyük takdir ve değer görmüştür.
Eseri okuyanlar, bunun nedenini bütün açıklığı ile anlayacak, milli mücadelede yer alan veya karşı çıkan, asker, aydın, din adamlarının, eşraf veya kanaat önderlerinin yaşadıkları çelişkileri, doğru yerde durma kaygılarını, dikkatli, vicdanlı davranmakta gösterdiği beceriyi takdir etmenin gerekliliğini ve o insanların samimiyetlerini kabul edeceklerdir.
Romanın kahramanlarından İstanbullu Hoca'nın görevli olarak geldiği Akşehir ahalisi üzerinde oluşturduğu olumlu izlenimler, ortaya koyduğu kişilik, sahip olduğu bilgi, muhakeme gücü, inandığı değerlere duyduğu sadakat, ülkenin ve toplumun yaşadığı yokluğa, yoksulluğa dair sıkıntılar, tüm ülkenin savaş sonrasında maruz kaldığı işgaller, kamu düzeninin bozulmasının savaş sonrasında artması, hemen hemen ülkenin her yerinde artan çeteler, eşkiyaların varlığı, insanların yarına dair ümitlerini kaybettiği kaos ortamından çıkış yolu olarak Saltanatın temsil ettiği güce destek çıkanlar ve itiraz eden, ülkenin her yerinde örgütlenme çabası içinde olan Kuvay-ı Milliye Hareketinin gayretleri…
Yani bir tarafta işgal altında olan Halife ve İstanbul Hükümeti, diğer tarafta Kuvay-ı Milliye…
Romanda kahramanların ve halkın yaşadığı bu çelişkileri, çelişki içindeki insanları ikna etmek, dönemin analizini doğru bir şekilde yapmak için sık sık yapılan karşılaştırmaları, bu karşılaştırma üzerinden değerlere sadakatin, nasıl ve kimlerle birlikte olduğunda tarihin doğru yerinde durma çabasını belirlemenin yanı sıra, zihni ve ruhi gayretlerine tanık oluyoruz.
Çolak Salih'in çocukluk arkadaşı Niko ile Reis Beyin, Ali Emmi'nin gayri müslim Dr. Minas ve manifaturacı Eftim ile ilişkileri üzerinden yaşanan müslim - gayrimüslim çatışmasının; hayatı, dostlukları ve yaşanmış güzel hatıraları sakatlayan, yok eden, toplumlar arasına düşmanlık tohumları eken ve hayatlarını adeta zehir eden ayrılıkçı hareketlerin, Anadolunun batısında, Karadeniz'de Rum Pontus, Doğuda ve Güneyde Ermeni devleti kurma hülyalarının doğuracağı sonuçların kaygısını buluyoruz.
Küçük Ağa'nın çetelere sığınması, özü sözü bir oluşu, Çerkez Ethem ve Kardeşi Tevfik bey ile Garp Cephesine verdikleri desteği, sonrasında Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa ile Çerkez Ethem arasında yaşanan yöntem ve statü çatışmasının ortasında kaldığında yaşadığı çelişkilerden kurtularak sağlıklı kararlar vermesini, bu tutumuyla elde ettiği prestijle dikkatleri üzerine çekmesi ve yüksek itibar görmesine tanık oluyoruz.
Bütün bunlar ve elde edilen zaferden sonra nasıl bir yol izleneceği, izlenecek yol üzerinde yaşanan kaygıları ve yeni çatışma alanlarını ortaya çıkcağını, iç çatışmalarla yaşanan yüzleşmenin açtığı yaraların doğurduğu sonuçlarla bitmez tükenmez hesaplaşmalara maruz kalınmasına şahit oluyoruz..
Kitap, işlediği konu itibariyle mücadele insanlarının her vakit ve zorlukta doğru kararlar vermesini sağlayacak olayların, hikayelerin çok değişik boyutları olacağını, aciliyet içinde yargılarda bulunmanın yanlış olabileceğini akıldan uzak tutulmadan kararlar verilmemesi, acele davranılmaması, açısından çok öğretici ve kıymetli buldum.
Romanı, TRT'de dizi olarak yayınlandığında film olarak izlediğim için okumamıştım.
Okuyunca şimdiye kadar okumadığım için pişmanlık yaşadığımı itiraf etmeliyim.
Yakın tarih ile ilgili okunmaya değer bir kitap.
Şimdi kitabın değişik bölümlerinde sık sık geçtiğini ifade ettiğim, taraflar arasında geçen tartışmalardan bir bölüm aktarmak istiyorum.
Kitaptan:
“Doktor’a camide, hatta bütün dünyada yalnız Hoca ile kendisi varmış gibi gelmeye başlamıştı. Aklı, vicdanı, bilgileri ve görgüleri topyekün bir seferberliğe girmişti. Hoca'nın her cümlesi üzerinde bir otopsi yapar gibiydi.
‘Düşmanın bir mi? Sen ona bir daha ekle. Üç mü, beş mi? Sen ona bir de kendini ekle ve üçse dört, beşse altı de. Ve sen sana düşmanların en çetini oldun, bunu böyle belle!..’
Bu alışamadığı, bu bir benzerini görmediği ses ve bu önceden kestirilmesi güç düşünüş tarzı, bu kuvvet, bu dinç samimiyetle birleşince Doktor'u yeniden karar verme zorunda bırakıyordu.
Salih'e gelince, Salih şimdi sanki on-oniki yaşlarında ve Harmanyer'inde akranları arasında tertiplenen bir güreş turnuvasında, bir yarışmada idi. Heyecanlı, neşeli, kabına sığamayacak kadar sabırsız ve kuvvetli buluyordu kendini. Pek bir şey anladığı yoktu. Fakat arada sırada üç evvelki cümle ile önceki cümleler arasında bir bağ kuruveriyor, sesin yardımı da buna eklenince en hoşuna giden manaları çıkarıyordu. Bununla beraber ilk olarak duyduğu ve sonuna kadar da sürdürdüğü şey gururdu. Biraz garipsenecek bir gurur. Çünkü, İstanbullu Hoca ile papazı, meyhanedeki Rumlarla buradaki cemaati birbiriyle karşılaştırmasından doğmuştu bu gurur.
Bu karşılaştırmayı elinde olmadan İstanbullu Hoca’yı daha akıllı, daha bilgili, daha güzel dilli buldu. Papaz sinsi, hileci ve dalavereci idi…İkiyüzlü idi. Beride Rumların farfaracılığına, nankörlüğüne ve kahpeliğine karşı burada dinleyen;doğru mu, değil mi diye düşünen, doğru yolu bulmak için çalışan insanlar vardı. Salih seziyordu ki, bu cemaat doğru dedi mi bir, artık dağılmaz, yenilmez, dağları devirirdi. Bu cemaati Salih tıpkı tıpkısına kendisine benzetiyordu:
‘Doğruyu bulmak mesele ha…! diye mırıldandı ve aynı anda bir Hoca'ya, bir de Doktor Bey'e baktı. Doktor ona, iğne üstünde oturuyormuş gibi geldi.’...
Shf:93-94
***Okundu

whatsapp-gorsel-2025-12-06-saat-00-04-11-814e167e.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali İhsan Dilmen Arşivi