Felsefe Tarihi
FELSEFE TARİHİ
Yazar/Macit ÖZTÜRK
Türü/Tarih
Yayınevi/Remzi
Felsefe, insanın varoluşunu, hayat içinde bireysel ve toplumsal düzlemde anlama çabasıdır demek, böyle tanımlamak pekala mümkün ve meşru bir tercihtir.
İnsan teki olarak “ne, niçin, neden ve nasıl?” sorularına ama basit düzeyde, ama entelektüel olarak cevap ararız.
Bu çaba, bizi diğer varlıklardan farklı kılar, bu yaratılmışlar arasında bir ayrıcalıktır ve bu ayrıcalığın insana yüklediği sorumluluğun olması kaçınılmazdır.
Esasen ilahi kaynaklı ve bir elçi aracılığı ile insana iletilen ahlaki, hukuki, iktisadi, kısacası hayata dair ilkeler, prensipler, insana yüklenen sorumlulukları hatırlatmak, uyarmak, yol göstermek içindir.
Bu mesajlar insanın hayat içinde eşyaya, tabiata, kendine, kardeşi insana ve yaratıcıya karşı yol gösterici özelliğe sahiptir.
Dinlerin ilettiklerinden bağımsız olarak akla/usa dayalı olarak yapılan anlam çabasına felsefe diyoruz.
Felsefe tarihi kitabı bu arayışın dönemler ve filozoflar üzerinden insanlık tarihindeki yerini incelemiş, Yunan Felsefesi, Doğa Felsefesi, İnsan Felsefesi, Roma Felsefesi, Antik dönem, Ortaçağ, Skolastik dönem, Din, özellikle Hıristiyan Felsefesi, Hıristiyanlık felsefesine yapılan itirazlar, Bilim Felsefesinin doğuşuyla birçok doğru kabul edilen bilgilerin bilimsel/deneysel verilerle yanlışlanmasından sonra insanlık için yeni bir dönemin başlangıcının ortaya çıkardığı Rönesans Felsefesi ve beraberinde gelişen yeni din anlayışları, Hıristiyanlık doktrinine karşı ortaya çıkan reform hareketleri, gelişen hukuk felsefesi üzerinden yapılan itirazların ortaya çıkardığı yeni durum, Yeniçağ felsefesi, 17. Y.Y ve 18.Yüzyılda üretilen Aydınlanma Felsefesi bunun doğurduğu teorik ve pratik sorunlar, çözümler üzerine yapılan çalışmalar, modern devletin doğuşu ve buna dair üretilen düşünceler yeni devlet felsefesinin teşekkülü, ihtiyaçlar üzerine gelişen Eğitim Felsefesinin yaygınlaşmasıyla insanların ve yönetenlerin karşı karşıya kaldığı devasa sorunlar, yeni bilim alanlarının, üretim ilişkilerinin insan ve toplum davranışları üzerindeki etkisi vb.. etkilerle düşünen insanların kafa yorduğu, yoğunlaştığı bilgi, bilme ve anlama yolculuğunun toplumları şekillendirdiği dönemin kapısını açtı.
Bu yolun yolcuları elbette zihni çaba gösteren insanlar, düşünürler, bilim insanları ve kurumlardır.
Böyle kişiler, görüşlerine katılalım veya eksik bulalım insanlık için öncü kişilerdir, bu kişiler insanlık için deniz feneri kıymetinde önem taşımaktadır.
İnsanlık, deneysel bilgi kadar ortaya çıkan yeni durumların nasıl olacağı hakkında fikir üreten filozof ve entelektüellere de esasen çok şey borçludur.
İnsanın bunca çabası iyi nedir, kötü nedir? sorusuna cevap aramak ve bunun kaynağını bulmaya yöneliktir.
Kitaptan konuyla ilgili bir bölümle tanıtımımızı iyi ve kötüyü, devlete vermek gerekir diyen ve otoriter düşüncenin temelini oluşturan zihniyetin dile getirdiği, oldukça tartışmaya açık düşünceyle tamamlayalım.
Bu düşüncenin Almanya'da tezahür eden, Hitler Almanyası ve Mussolini İtalya’sında insanlığa büyük bedeller ödeten “Egemen ve kutsal devlet” uygulamasının vebalini zihnimizin bir kenarında tutarak okuyalım.
“İmdi ‘hak’ ile ‘haksızlığın’, ’iyi’ ile ‘kötü'nün sözü ancak devlette edilebilir. Doğal durumda insan, bencil bir açıdan ancak varlığını korumaya yarayan şeye haklı ve iyi der, bu bakımdan zararlı olanlara da haksız ve kötü der. Kendi gücü ile elde edip de varlığını korumaya yarayan her şey üzerinde bu insanın bir ‘hakkı’ vardır; bu durumda, elbette, herkes için ‘iyi’ ve ‘kötü’ başka başkadır ve herkesin her şey üzerinde hakkı vardır. Ama genel güvenlik herkesin üzerinde birleştiği bir amaç olunca, bir takım ortaklaşa değerlemeler ortaya çıkar: Artık ‘iyi’, bu güvenliği sağlayan bir davranıştır; artık ‘ her şey üzerinde hak iddia etme'nin bir kısmından vazgeçmek ‘iyi'dir, herkesin sözünü tutması, üzerine aldıklarına bağlı kalması, inanılır, güvenilir olması’ iyidir, çünkü genel güvenlik bunlara dayanır; buna aykırı oldukları içinde örneğin hırsızlık, insan öldürme vb. ‘haksızlık’ sayılır. Böylece de herkesin üzerinde birleştiği doğal hukuk ya da ahlak meydana gelir. Hobbes'e göre bu iki kavram aynı anlama gelirler. Ama doğal hukukun değer ve istekleri, ancak yurttaşlık durumunda, devlet halinde pratik bir önem ve değişmez anlam kazanır; ancak o zaman sözleşmelerin bozulması ‘haksız bir şey’ anlaşılır…”
shf.325
Burada yurttaşlar adına düzen sağlayıcı olarak devletin eline verilen gücün zulüm aracına dönüşmesini engelleyecek, devleti sınırlandıracak hukukun eksikliği göze çarpmaktadır.
En güçlü olan devleti yöneten erkin, yurttaşlardan aldığı gücü nasıl kullanacağı önceden belirlenmeyen, yetkileri sınırlandırılmayan devlet kurumunun, güçsüzler için adalet aracı olmak yerine zulüm aracına dönüşme riski düşünen insanları tedirgin etmekte ve bu tehdidi gidermeye yönelik olarak Hukuku üstün tutan anlayışa ihtiyaç duyulmaktadır.
***Okundu
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.